-Anthony Hopkins 'Baba' filminde Alzheimer hastası bir adamı canlandırıyor ve kızıyla arasında sürekli tekrarlanan bir diyalog var: Kızı bir adamla tanıştığını ve onunla Paris’e taşınacağını söylüyor. Hopkins ise her seferinde yeniden şaşırıp şöyle diyor: Whaat? They don’t even speak English!
Ben
de her seferinde ‘doktora bitince Fransa’ya gel’ diyen aileme şu sıralar hep
aynı tepkiyi veriyorum: Neee? They don’t even speak English:G
-Yazar
Fran Lebowitz geçen aylarda Mondavi Center’a konuk oldu ve tabi ki katıldım
çünkü bugüne kadar zeka ve mizah anlayışı bu kadar gelişmiş olan başka bir kadın (biyolojik
olarak) görmedim. Eskiden sahaların kralı bendim, bir de Sıdıka
vardı. Artık beni tanıma şerefine nail olamayanlar için Lebowitz’in Netflix
belgeselini tavsiye ederim.
-Her şeyin üst üste geldiği ve Amerika’ya adeta bir homeless olarak geldiğim günlerde üniversitenin Facebook’taki ev bulma gruplarında o kadar çok dolandırıcıyla karşılaştım ve o kadar çaresizdim ki inanmadığım halde (bir umut) yazışmaya devam ettim. Evin yalandan fotoğraflarını/videolarını yollayanlardan tut da, ‘evin anahtarını postayla göndericez’ diye keklemeye çalışanlara ve hatta yalandan adres verip sözleşme hazırlayanlara kadar bir sürü insanla karşılaştım… Hayır dolandırılmadım tabi ki ama yanarım yanarım bu boş işlere harcadığım zamana yanarım… Bana zilyon tane soru sorup sözleşme gönderen bi dolandırıcının dolandırıcı olduğunu kanıtlamak için verdiği adrese gidip tam tur atıp orda yaşayan insanların zillerini bile çaldım:G Sonunda Gülben Ergen’e bağladım dostlar… ‘Unutmayın ki bana bir şey olmaz’:G
-Ucuz
diye aldığım Mint hattının da hiçbir yerde çekmeyen interneti ve her gün gelen
‘your car’s warranty is expired…’ çağrılarından bıktım. Olmayan arabamın
garantisi için en az 100 kere aranmışımdır :G ve aranmaktan çok her seferinde arabamın olmadığını hatırlamaktan bıktım.
-Lisanstayken hangi ödevlerin puanlanacağını kurayla belirleyen bir hocaya müthiş itiraz edip bu uygulamanın büyük haksızlık olduğunu söylemiştim. Research denen şeyin de şanstan ibaret olduğunu kavramamla birlikte o hocanın ‘hayattaki şans faktörünü hesaba katıyorum’ demesi artık o kadar da aptalca gelmemeye başladı.
-Doktora
çalışmam boyunca hiçbir toplantının ve hiçbir hocanın hiçbir faydasını
göremediğim gibi hoca(lara) ne yaptığımı anlatmaya çalışarak lüzumsuz sunum
veya rapor hazırlayarak üstüne vakit kaybettim. Toplantılar sorunları çözmek
için yapılmalıdır arkadaşlar, rapor vermek için değil. Sorun çözme beceriniz
yoksa ki (belli ki yok), toplantı yapmayın. Hele iletişim kurma beceriniz yoksa (ki
yok) hocalık da yapmayın.
-Bir de Türkiye’deki
yabancı seviciliği yüzünden doktorasını dışardan almış insanlara ‘üstün’ gözüyle
bakılıp her anlamda öncelik veriliyor. Oysa şuana kadar onlarca hoca tanıdım ve
altı hocayla birebir çalıştım. Hiç düşünmeden şunu söyleyebilirim: Eğitimini
Türkiye’de almış hocalar, ABD’de doktora yapmış olanlardan kesinlikle daha
iyiydi! Ve yine hiç düşünmeden (ama bir kadın olarak çok üzülerek) söyleyebilirim
ki erkekler uzmanlık alanlarında kadınlardan çok daha iyiydi! Belki
kişisel bir zeka ve yetenek meselesi denilebilir ama çoğunluğa hakim olsaydım
da sonucun değişeceğine ihtimal vermiyorum.
-30’lu yaşlara adım atmanın insana bir sabır ve olgunluk kattığına inanıyorum. En azından benim için öyle oldu. Ama bu halimi hiç sevmedim. Üniversitede bir sınavdan aldığım nota itiraz ettim diye 3K ile taçlandırılmıştım: Küstah, kibirli ve kaba:G Oysa hunharca bağırıp çağırıp bana itiraz etmekte ne kadar haksız olduğumu kabul ettirmeye çalışan hocaya sadece şunu söylemiştim: ‘Sizinle aynı fikirde değilim, notumu yükseltmeyebilirsiniz ama sizi haklı bulmamı beklemeyin.’
-İnsanların
birilerini stalk’lamak için fake hesaplar açıp buna mesai harcamalarını komik
buluyorum. Karşı taraf bilmeyecekse onu takip etmenin ne anlamı var:D Ya da
senin yazdığını öğrenemeyecekse onu yazmanın ne anlamı var? Ben merak edersem
çatır çutur profile tıklarım, ‘Gülşah profiline baktı’ diye de yazar, hiç gizli
değil:G çünkü kendime bu özgürlüğü tanıdım:G Bir şey yazmak istersem de kendi
adımla yazarım; çünkü benim yazdığım bilinsin isterim:G Bir paragrafta daha
fazla ‘çünkü’ kullanmamak için burada noktalıyorum.
Not1: Fran Lebowitz söyleşisinin sonunda şöyle bir soru geldi: 'What do you want to say to young lesbians?'
Lebowitz de dedi ki ‘you will always be lesbian but not young’ :G
Not2: Şöyle bir 5 dk dinleyeyim diye Youtube’da Nazım Oratoryosu’nu açtım ve adeta hipnoz olarak sonuna kadar izledim… Bayıldım bayıldım bayıldım… Ve aklımda Diz Boyu Karlı Bir Gece şiirinden Genco Erkal sesiyle bir dize yankılanıyor hala:
“Lakin yenilmedik. Kafam ikinci bir insandı yanımda…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder