22 Nisan 2014 Salı

Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş



‘Yaşamak’ zahmetli bir iş midir gerçekten? Yoksa ‘yaşamak’a yüklediğimiz anlamların çokluğu mu yaratır tüm bu zahmetleri? Hani evim, arabam, sevgilim…. sonu bitmeyen zincirleme istekleri olan başka bir tür var mıdır insanoğlu dışında? Mesela sadece beyaz tüylü sarı benekli bir kediyle beraber olurum diyen bir kedi duydunuz mu? Ya da beneklerini kendine sorun eden bir dalmaçyalı? İşte en çok isteyen, hep daha fazlasını isteyen, elde ettiklerinden en çabuk sıkılan bizleri Hanoch Levin evlilik üzerine yazdığı kara komediyle karşılıyor.


Bir musluk şırıltısı… Yona’yı uyutmayan bir musluk şırıltısı, onu hayatını ve Leviva ile olan 30 yıllık evliliğini sorgulamaya iter. Neden bunca zamanını, hayatını, hatta yatağını bu kadınla paylaşmak zorunda kalmıştır? Onu gitmekten alıkoyan nedir; bağlılık, alışkanlık, korkaklık? Oysa geçen senelerin ardından artık karısının hangi durumda hangi tepkiyi vereceğini bile ezberlemiş, onu bayağı bulmaya başlamıştır. Zaten evliliğin ilk aylarında Leviva’ya duyduğu heyecanı yitiren Yona, karısının kültür ve sanat birikiminden yoksun haliyle ruhunu da tatmin edememiş, içinde bulunduğu evlilik kurumu onu iyice boğar hale gelmiştir.

Bir musluk şırıltısı… Leviva’yı horul horul uyumaktan alıkoyan bir musluk şırıltısı yerine Yona'nın yatağı fırlatmasıyla bir anda yere kapaklanması olur. O gece, kendisini terk etmeye hazırlanan kocasıyla yüzleşeceği uzun gecelerden birine uyandırılmıştır. Leviva, öyle çok sorgulayan, çok beklentileri olan bir kadın değildir ancak evliliğini sürdürmek istediği ve bunun için çaba sarf ettiği aşikardır. Bakalım Leviva’nın önerileri, tehditleri ve gözyaşları Yona’nın gidişine mani olabilecek midir? Yona bu kısır döngüden kurtulabilecek midir?

Oyun, evli çiftin yatak odası olarak hazırlanmış sahnede geçer. Kahramanlarımız pijama ve gecelikleri içinde bir kış gecesinde uyanırlar. Yona'nın, eşiyle olan diyalogları ve iç sesi psikolojisini anlamamıza yardımcı olur; ancak Leviva'nın içinden geçenleri aslında son sahnede yaptığı monologla anlarız. Işığın en etkili olduğu sahne de burasıdır. Kenarda duran kanepe,  Küçük Sahne’nin aksesuarı mı, oyunun mu bilemedim çünkü geçen hafta da aynı kanepe aynı yerde duruyorduJ Eve gelen davetsiz misafirin bile Yona ile Leviva’nın yataklarına çöreklendiğini düşünürsek kanepe sadece bana görünüyor da olabilir:G    

Oyuncuların performansına diyecek söz yok; metnin ve sahnenin zayıflığını hissettirmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Zaten Musa Uzunlar, Yona, bu kadar başarılı olmasa, oyun da tek perde 1saat 15dk’cık olmasa, Leviva’yı önce ben terk ederdim. Hayır zaten Hanoch Levin iki defa evlenmiş ve belli ki ikisinde de umduğunu bulamamış, ‘evlilik’e pesimist bir yaklaşım getirmesi normal, bizi neden soğutuyorsunuz? Evlenip 3 çocuk yapıp sonsuza kadar mutlu yaşama hayalleri kuran kaç milyon var bu toplumdaJ



Not: Devlet Tiyatroları kafası karışanlar gidip sıfırlansın diye ‘Lütfen Kızımla Evlenir Misiniz?’ diye de bir oyun koymuş, ilgililere duyurulur:G



13 Nisan 2014 Pazar

İki Şehrin Hikayesi


"O günler en iyisiydi, ya da en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inançlar zamanıydı ve inançsızlıklar zamanıydı, ışık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi, umut baharıydı ve umutsuzluk kışıydı; yaşayabilmek için her şey vardı önümüzde ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu; hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o günler, tıpkı şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü şeylerin üstünlük derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler olduğunda ısrar ediyorlardı..."

                                                                                                           Charles Dickens




11 Nisan 2014 Cuma

Nice Yıllara


90’ların sonuna doğru, hani ben 7-8 yaşlarındayken, bir TV dizisinde tanıdım Defne Yalnız’ı; ama utanarak itiraf etmeliyim ki ismini yeni öğrendim. Eskiler daha iyi bilir Baskül Ailesi’nin sert mizaçlı Zerafet annesini, ya da Kaynanalar’ın tonton Döndü’sünü; ama çoğu onu sahnede görmemiştir, hem de tek kişilik bir oyunun kahramanı olarak, hem de 60’ını devirdikten sonra…



'Zerrin Karaman', zamanında pahalı olduğu hissedilen eşyalarla döşeli eski bir yalı dairesinde, son 7 yıldır mesleğini icra edemediği için kıt kanaat geçinen bir aktristir. O gün doğum günü olmasından ötürü elinden geldiği kadar hazırlık yaparak arkadaşlarını güzelce ağırlama telaşı içine girer, bir yandan da kulağı telefondadır acaba kim aradı, arayacak diye…
Zaman ilerledikçe, konukların geleceğine ya da dostların arayacağına dair beslenen ümit tükenmeye başlar. Sonunda kendinizi hayali bir doğum günü partisi içinde, Karaman’ın kalabalık yalnızlığını kutlarken bulursunuz. İçki servisleri, arkadaş çekişmeleri, sahte diyaloglar ne kadar gerçek bir kutlama havası yaratsa da aslında bu kandırmaca, kahramanın son oyunu, ‘Çok klasik biliyorum ama ne bilim insana umut veriyor’ diyerek adlandırdığı ‘Nice Yıllara’dır.
Bir stüdyo daire gibi hazırlanan sahnede yatak odası, oturma odası ve mutfak iç içedir. Duvarda asılı duran resimler, tiyatro afişleri, ve kulisi andıran aksesuarlar Karaman’ın geçmişinden ipuçları sunar. Medea’dan Leydi Macbeth’e kadar uzanan atıflar onun sanat birikiminin birer göstergesi olmasının yanında yalnızlığını paylaştığı öteki ben’leri olarak da karşımıza çıkar. İçinde bulunduğu yalan dünyada; hırs, rekabet, riyakarlık ve peşinden gelen yalnızlık, kahramanın gerçeğiyle kurmacasını hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştırır.
Hikaye çok samimi, Defne Yalnız çok başarılı, özellikle karşısında biri varmış gibi konuştuğu sahnelerde gerçekten karşısında biri var zannediyorsunuz ki bu inandırıcılık, doğru zamanlama ve tecrübe değildir de nedir? Ama o telefon yok mu, o telefon çalacak diye karnıma ağrılar girdi, boğazım düğümlendi arkadaş. Tiyatroseverlerin bu oyuna gitmesini, düşünmesini, hem kendini hem de çevresini irdelemesini istiyorum.

NOT: Oyun sırasında Yalnız’ın okuduğu bir şiir var, sonunda şairin adını ve tarihi (1954) veriyor ancak ben ismi hatırlayamıyorum. Giden birisi bana o ismi yollarsa çok memnun olacağım:)




4 Nisan 2014 Cuma

Cimri


-Parola?
-
Türkiye’de en çok oynanan tiyatro oyununun sevgili Moliere’in ‘L’Avare’ orijinal adlı eseri olduğunu biliyor muydunuz? Tanzimat dönemi çevirileriyle sahnelenmeye başlanan bu oyunun ismi ‘Cimri’ desem bir yerlerden tanıdık gelir herhalde. En azından bunca zamandır birkaç yüz kişi bilet bulmak uğruna gişelerde nöbet tuttuğundan ama başaramadığından dert yanmıştır. İşte ben de bu sayısını tahmin edemediğim azınlığın içinde umutsuzca debelenir iken o görmeyi ummadığım sarı koltuklardan birine sahip oldum; ama…
Yok yok geç kalmadım, şükürler olsun ki bu sefer değil:) Sadece küçük bir hayal kırıklığı…


Harpagon, hani gözlerinde dolarlar yanıp sönen çizgi film karakterleri gibi iliğine kadar burjuvaziye batmış, tefecilikle kazandığı paralarını tüm insani değerlerden ve kimselerden, çocuklarından bile, üstün tutan bir adamdır ve altınlarının tekine dokunmak, Nejat Uygur’un Kabare’deki halısına basmakla eşdeğerdir. Bu kadar paraya tapan bir adamın, tek kuruş para harcamaya kıyamaması işten bile değildir. Öyle ki çocuklarını, hizmetkarlarını ve hatta atlarını bile sefalet içinde süründürür. O halde oyunun ilk Türkçe uyarlamasını ‘Pinti Hamit’ ismiyle yaptığı için Teodor Kasap’ı yargılamazsınız.
Moliere, ‘Cimri’de bir insanın cimriliğinden çok, parayı gözünde putlaştırmış bir adamın ona tapınmasını gözler önüne sererek, gerek aile ilişkileri gerekse çevre bağlamında ahlak anlayışını irdeleyerek aslında yaşadığı dönemi eleştiriyor. Trajikomik bir dille yaptığı bu eleştiri oyunun sonuna doğru her ne kadar aşırılıklar sergilese de eseri başarısız kılmaya yetmiyor.
Konu bize bu kadar aşina gelince, ister istemez beklentimizi yüksek tutuyoruz; daha coşkulu bir anlatım, daha güzel geçişler ve daha zekice espriler bekliyoruz. İşte hiç sıkılmadan izlememe ve oyuncuların performansını beğenmeme, çöpçatan Frosine’e bayıldım, rağmen oyunda bu ‘daha’ların hiçbirini bulamadım. Bu yüzden üzülerek klasik bir eserin ortalama bir yorumu diyorum.
Not: Yüksekliği değişkenlik gösteren merdivenleri ne sakarım ya kaçıncı takılışım dedirtmesine rağmen şu ana kadar gördüğüm sahneler arasında tartışmasız en rahat koltuklara ve en geniş koltuklar arası mesafeye sahip olanı Cevahir.
-Parola?
-Para