15 Eylül 2021 Çarşamba

Rüzgar

"...Kaç defa öldüm, kaç defa doğdum?
Her defasında başka can oldum
Bir ateş oldum, bir duman oldum
Küle döndüm

Rüzgar
Ah rüzgar
Al beni savur rüzgar
Kördüğümü sen çöz rüzgar
Ah rüzgar

Bir başka dünya aradım
Bir başka rüya kovaladım
Ben bu düzene uyamadım
Savur beni, savur..."

Bu sözler benim değil ama ben gibi :G





13 Haziran 2021 Pazar

Her ölüm erken ölümdür

 

‘Her ölüm erken ölümdür’ der Süreya…

Geriye keşke’ler, acaba’lar kalır, bir de hatıralar… Bugün benim en buruk doğum günüm… Canım babaannemi kaybedeli üç gün oldu… Onun ismini taşıyorum ben… Kafamda onun her kapıyı açıp beni karşısında gördüğünde ‘ooo hele şükür geldin’ diye sitem edişi, sonra da gülerek sarılıp ‘hoşgeldin’ diyerek kocaman öpüşü… Oturduğumuzda konuşacak konu bulamadığımızda ise çocukluğunda öğrenip hiç unutmadığı o güzel manileri arka arkaya dizerek söyleyişi… Bazılarını hala dinliyorum kayıttan ama çoğunu kaydetme fırsatı bulamadan göçüp gitti bu dünyadan… Son senemizde bulaşıcı hastalık korkusuyla ya da bahanesiyle mi bilmiyorum doğru dürüst vakit geçiremedik birlikte… Keşke daha fazlasını yapabilseydim, daha fazla görebilseydim onu ama elimden bir şey gelmedi. Yine de sahip olduğumuz anılara sığınıyorum. Arka bahçede toplanıp gırgır şamata yaptığımız günler, kuzenlerle salıncağı kapmak için koştururken babaannemin çoktan salıncağa yerleştiğini görüp hayıflanmalarımız, yazları bahçede bütün aileyi toplayarak yaptığımız tiyatro gösterileri, Şile’yle başlayıp Ömerli’yle biten pikniklerimizdeki mangal keyifleri, amcamın dükkanındaki yılbaşı eğlenceleri, babaannemin bir ekmeği döndürerek yaptığı gutlar, her Kurban bayramı kesilen etten yaptığı kızartmaların tadı, ne çok şey kaldı çocukluğumuzda… İşte o kalabalık aileyi, etrafında koşturan çocukları ne çok severdi babaannem… Yaşama isteği ve direnci de çok yüksekti, hastane yatağında kıvranırken bile söylediği son söz ‘Allah büyüktür’ oldu. Hep umutla tutunmaya çalıştı hayata, hiç şikayet etmedi. Kimseye sesini yükselttiğini duymadım, kalp kırdığına ya da kötü konuştuğuna şahit olmadım. Bizi hep el üstünde tuttu, destekledi, iyi olmamız için dualar etti. Bütün çocukları ve torunları olarak hepimiz ondan razıydık, inşallah o da bizden razı gitmiştir. Seni seviyoruz ve özlüyoruz babaanne... Işıklar içinde uyu, ismin bana emanet...



12 Mayıs 2021 Çarşamba

Posta

Son birkaç gündür eğlencem, instagram gönderime heyecanla dönüş yapan arkadaşlarıma bayram kartı hazırlamak… Hem de sürpriz hediyeli kartlar… Zaten benim orijinal bir insan olduğumu bildikleri için eminim bir cinslik bekliyorlardır :G 

Bir zarfa neler sığdırılabilir diye düşünürken, kitap ayraçları, bardak altlıkları, kahve, çikolata, şeker, yapışkan kartlar ve notlarla kişiye özel tasarım yaptım. Böylelikle İtalya seyahatimden geriye kalan bütün kartpostalları da tüketmiş oldum… Eskiden bir arkadaşım her gittiği ülkeden bana bir hediye alıp fotoğraflarıyla beni heyecanlandırır ama sonra hediyeyi vermezdi :) Zevkimiz birbirine çok benzediği için bana alıyormuş gibi yaptığı her şeyi aslında kendine alıyormuş :G


Not: 'Durup durup bir icat çıkarıyorsun' diyen kötü kadın Müzeyyen'e de burdan Teoman'la cevap vermek istiyorum: 'Naaapiiim, tabiatım böyle!’


10 Nisan 2021 Cumartesi

Tiyatro Sevgisi

Tiyatroyla nasıl tanıştığımı hatırladım bugün. Tiyatroyu nasıl sevdiğimi hatırladım. Çünkü bugün o tanışmayı borçlu olduğum(uz) insan hayatını kaybetti… Mehtap Ar’ı kaybettik bugün. Kim olduğunu çocukken bilmediğim, sadece güzel oyunlar hazırlayıp onlarla bizi buluşturan Mehtap ablayı…

Ben ilköğretimi mahalle arasında sıradan bir okulda okudum. Evimize yakın olması dışında bir özelliği yoktu, çok kalabalıktı, bir sırada üç kişi otururdu, çok katı eli sopalı hocalar vardı ve belki de o kadar haşere çocuğu hizaya getirmek zor olduğu için çok disiplinliydi… Okulun imkanları da sınırlıydı, sadece bizimki değil çoğu okul o zamanlar sanatsal aktivite anlamında çok fakirdi… Hala öyle olanlar var ne yazık ki… Ama bizim okulun güzel olan bir tarafı da vardı… tiyatro salonu… Bazen sportif faaliyetler, bazen kermesler, bazen de milli bayramları kutlamak için kullanılan kocaman bir tiyatro salonu… Dönem sonlarına doğru bir çocuk oyunu sahnelenirdi o salonda. İşte tiyatroyla o zaman tanıştım… Bir yıl sonu etkinliğinde, çocukları tiyatroyla buluşturmak için yola çıkmış bir avuç tiyatro gönüllüsü sayesinde… Mehtap Ar Çocuk Tiyatrosu… Onları izledikten sonra ne zaman okula bir oyun gelecek olsa inşallah Mehtap ablanın tiyatrosudur diye içimden dua ederdim; çünkü Mehtap ablanın oyunları hem eğlendirirdi, hem de inceden inceye hayat dersleri verirdi, şarkılar, danslar eşliğinde yarattığı fantastik atmosferle büyülerdi ve sizi de oyuna dahil ederdi… Hiç bitmesin isterdim… O bu işi severek yapardı, hissederdim… ve biliyorum ki o ekibiyle beraber gönüllü olarak sahnelediği oyunlarla aslında büyük bir sosyal sorumluluk projesine imza attı. Kim bilir kaç nesli tiyatroyla buluşturdu, kaç nesle tiyatro sevgisi aşıladı… Ben sadece o şanslılardan biriyim ama hepsini temsilen teşekkür ederim… Bizi güldürdüğün, düşündürdüğün, müthiş şarkılarla, kostümlerle, danslarla sahneyi devleştirdiğin ve bize hayal kurmayı öğrettiğin için… Teşekkürler Mehtap Ar… İçimizde senden kalan tiyatro aşkıyla hoşçakal:G




18 Mart 2021 Perşembe

Çılgın ve Özgür (I. Bölüm)

Uzun zamandır yazmak istediğim ama işten güçten konsantre olamadığım için erteleyip durduğum Neyzen Tevfik’i kaleme almanın heyecanı içindeyim. Öyledir ya bazen birileri zekasıyla, orjinalliğiyle ya da nüktedanlığıyla insanda tanıma ve keşfetme hissi uyandırır. Neyzen Tevfik de benim için onlardan biri…  


1879’da daha Osmanlı İmpartorluğu topraklarında bulunan Muğla’da doğar Neyzen Tevfik. Bodrum’da geçirdiği çocukluk yılları sırasında bir kahvehanede dervişlerin üflediği ney’e kulak kesilir ve kendi de ney üflemek arzusunu ilk orada hisseder. Ancak babasına dile getirdiği bu arzu Tevfik’in okul hayatını olumsuz etkileyeceği düşüncesiyle pek hoş karşılanmaz. Ta ki Urla’ya taşınıp bir berberde tekrar ney sesini duyana kadar Tevfik kendi yaptığı düdükleri çalar etrafına toplanan çocuklara…  Ney’le olan yolculuğu ise onun ilgisini fark eden berber Kazım Efendi’nin verdiği derslerle başlar. Öte yandan o sıralar Neyzen’in sara nöbetleri baş gösterir ve ailesi onun iyileşmesi için hem doktorlara hem hocalara başvurur, türbe ziyaretlerine kadar vardırırlar işi. Oysa Neyzen’in yaşadığı rahatsızlığın temeli henüz yedi yaşındayken kent çarşısında gördüğü vahşetle atılmıştır. Unutamadığı o gün, Muğlalı Kel Mülazım Ağa müfrezesi yakaladığı eşkıyaların kafasını keserek sırıkların ucunda sallandırmıştır. Yıllar sonra Neyzen hafızasına kazınmış bu dehşet verici an için şöyle der: “Çocuk ruhumda müthiş bir kasırga kopmuştu. Dinmeyen titremeler içinde eve geldim. Annem bana türlü ilaçlar verdi. Ama olan olmuştu. Bilincimin bir burcu göçmüş, akıl tahtalarımdan biri o gün fırlamıştı. Ben o tahtayı bir daha yerine oturtamadım.”

Geçirdiği sara nöbetleri sonucu okulu bırakmak zorunda kalan Neyzen’i sonunda İstanbul’da Pepo isimli bir doktora götürürler. Bay Pepo, Neyzen’in daha fazla üstüne gidilmemesi ve en çok zevk aldığı şeyleri yapmasına izin verilmesi gerektiğini söyleyince ailesi artık ona karışmayı bırakır. Özgürce ney’ini üfleyen Tevfik, biraz olsun rahatlamış ve huzura kavuşmuş olur. Ney üfleme tutkusunun yanı sıra Tevfik’in şiire de pek merakı vardır. İzmir Mevlevihanesi’nde geçirdiği zaman boyunca Şair Eşref’ten hiciv sanatını öğrenir ve ilk şiirini 1898’de Muktebes dergisinde yayımlatır.

On dokuz yaşındayken ise babası onu İstanbul’daki Fethiye Medresesi’ne gönderir; ancak Neyzen vaktinin çoğunu Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinde geçirir ve medreseye uyum sağlayamadığı için kısa sürede atılır. Mevlevihanede kaldığı süreçte tanıştığı birçok değerli sanatçı sayesinde kendini geliştirme fırsatı bulur. Bunlardan biri sayılan Mehmet Akif Ersoy’dan ney öğretmesi karşılığında Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri alır. Hafız Aşir Bey’le bir plak doldurma girişiminde bulunur ancak kayıt sırasında çok içkili olduğu için plak başarılı olmaz.

Aşk meşk içinde geçirdiği günlerin ardından gerek meyhanelerdeki içki toplantıları, gerekse de yaptığı taşlamalar sebebiyle Abdülhamid istibdadının gözüne batmaya başlayan Neyzen, birkaç kez de nezarete atılmasıyla birlikte kendini huzursuz ve baskı altında hisseder. Çareyi Mısır’a gidip yeniden özgürlüğüne kavuşmakta arar. Mısır’da yine içkiye kendini kaptırıp parasız ve aç kaldığı bir gün sokakta bir köpekle karşılaşır. Öyle acıkmıştır ki köpeğin dişlediği somun ekmeği kapıp karnını doyurmaya çalışır. Yine de ekmeğin yarısını kıyamadığı için aç köpeğe geri verir. Böylece ona Mısır’da eşlik edecek dostu da edinmiş olur. 

Neyzen Tevfik ekmeğini paylaşarak kazandığı yeni dostuna Çakaralmaz ismini takar. Mısır’da yokluk çektiği günlerden birinde Çakaralmaz’ı 10 liraya satarak günü kurtarır. Evine döndüğünde ise kapıda köpeği onu beklerken bulur. Bunun üzerine Neyzen her parasız kaldığında Çakaralmaz’ı satıp hayatını bir süre daha idame ettirme kurnazlığına başvurur ve alıcılara yakalanmamak için sık sık mahalle değiştirir. Nasıl olsa sadık köpeği ona her seferinde geri dönmektedir. Mısır’dan İstanbul’a döneceği zaman ise Çakaralmaz’ı son kez vapur bileti alabilmek uğruna satar (hem de 25 liraya). O son seferde de Çakaralmaz soluğu Tevfik’in yanında alır ancak bu kez alıcı adamın karısı köpeği istemediği için Tevfik ne yapacağını bilemez. Sonunda kader arkadaşını tekkeye götürüp Şeyh Efendi’ye emanet eder.

Neyzen Tevfik’in İstanbul’a döndükten sonra yedi uyurlar mitinde (Ashab-ı Kehf) geçen Mernuş ismini taktığı bir köpeği olduğundan da bahsedilir (bazı kaynaklar Mısır’daki köpeğini Mernuş olarak rivayet etmiştir ve onunla İstanbul’a döndüğünü iddia etmiştir). Hangisi doğru olursa olsun kanımca çıkarılacak ortak sonuç Tevfik’in hayvan sevgisi olmalıdır. Ölene kadar onunla yoldaşlık eden Mernuş için yazdığı şiir, öldüğünde onun için hüngür hüngür ağlaması ve Mernuş’a cenaze merasimi düzenlemesi onun koca yüreğinden kopup gelen sevginin bir göstergesi değildir de nedir…

Muhittin Kutbay şöyle demiştir: “Neyzen’in bu Mernuş’a yaptığı (cenaze töreni) de meşhurdur. Ölen köpeğini ipek gömleğine sararak kucağına almış, doktorlardan bazıları ile beraber hastanede ne kadar akıllı deliler varsa bir alayı vâlâ ile Neyzen’in peşine düşerek Mernuş’u götürüp mezarlığın dışında bir kenara gömmüşler. Üstadın o gün çocuk gibi hüngür hüngür ağladığını ve günlerce de yüzünün gülmediğini bu merasimde bulunanlardan bizzat dinlemiştim. Hayvan sevenlerin merhametli olduğunu en evvel bana bizzat kendisi ispat etmişti.”

“Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,

Şu fani cihanı okuttun bana…

Sen göçtükten sonra ben yan yana,

Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş”


Not1: Neyzen’in hayatı yazmakla bitmez o yüzden iki bölüm halinde yüklemeye karar verdim.

Not2: Hayat artık eve sığmıyor be Nietzsche:G