Kadıköy Tiyatro festivali kapsamında
izleme şansı bulduğum ‘Ebedi Barış’, Immanuel Kant’ın aynı adlı eserinden ilham
alınarak yazılmış bir Juan Mayorga oyunu. Kant’ın ebedi barışa ulaşmak için
sıraladığı fikirlerin nezdinde ‘Ebedi barışın sağlandığı tek yer mezarlıklar’dır
teması altında şekillenen oyunda, felsefi düşünceler, etik çelişkiler ve
‘mutlak iyi-kötü’ kavramlarının sorgulanışı oldukça başarılı bir şekilde
karakterize ediliyor.
Terörle
mücadele timi için çalışmayı arzulayan adaylardan son üçe kalmayı başarmış üç
köpek bilinmeyen bir yerde belli testlere tabi tutulur. Kazanan anti-terör uzmanı
olarak beyaz tasmanın sahibi olacaktır. Odin koku alma duyusu oldukça gelişmiş
Rotweiler kırması bir sokak köpeğidir, John-John genleriyle oynanmış eğitimli ve
güçlü bir melezdir. Immanuel ise son derece derin düşünen, felsefe bilen bir
Alman kurdudur. Güçlü yönleri birbirinden bu kadar farklı olan köpekler, uygulanan
testler sırasında verdikleri cevaplar ve tepkiler ile zayıf noktalarını da ele
verir. Yaşanan çekişmede kötünün içindeki iyi, iyinin içindeki kötü ortaya
çıkacak, kazanma hırsı uğruna yalan, iftira ve dalavere bir güç gösterisi
eşliğinde sunulacaktır.
Immanuel’in
yaptığı felsefi çıkarımların en çok dikkat çekeni ‘Pascal’ın Tanrı Bahsi’.
Fransız düşünür Pascal diyor ki tanrının var oluşu ya da olmayışı üzerine bir
kumar oynayalım. Eğer tanrı varsa ve sen tanrıya inanıyorsan sonsuz bir evrende
sonsuz bir kazanç elde edebilirsin. Eğer tanrı yoksa sen sonlu bir dünyada
tanrıya inansan da inanmasan da kazancın/kaybın sonlu olur. Amma velakin tanrı
varsa ve sen tanrıya inanmıyorsan sonsuz bir ızdıraba mahkum olursun. Bu
durumda rasyonel düşünen her insan sonsuz bir azaba teslim olma ihtimaline
karşı tanrıya inanmayı seçecektir. John Nash’in Oyun Teorisi’nin çıkış noktası
da aynı temele dayanır. (Dört erkek arkadaş aynı sarışın kadından hoşlanıyorsa
her birinin kazanması için nasıl bir yol izlemeleri gerekir?)
Oyundaki
felsefi göndermelerden bir diğeri ilk defa Horatius’un şiirlerinde geçen ancak
Kant ile özdeşleşmiş Latince bir deyiş. John-John’un itaatkar tabiatına ve
öğretilenin dışına çıkamayan tutumuna karşı Immanuel’in dile getirdiği ‘Sapere Aude’. Yani ‘bilmeye cesaret et’.
Kant bu sözü söylerken kişiden kendi aklını kullanma cesaretini göstermesini
ister; çünkü aydınlanmanın özü budur. İnsan kendi suçu ile, başkalarının
boyunduruğu altındaki söz ve eylemleri sebebiyle, düşmüş olduğu
erginleşmemişlik halinden, ancak aklını kullanma kararlılığını göstererek içinde
bulunduğu durumun bilincine vardığında çıkabilir. Olgunluk evrine giden yolda
zihne yerleşmiş önyargılar, dinin empoze ettiği buyruklar ve devletin toplumu
yönetmek için koyduğu kurallar aslında özgür düşüncenin önüne çıkan engellerdir.
Bu yüzden ‘insanoğlu kural koymayı sever; ancak kuralları çiğnemeyi daha çok
sever.’
Ebedi Barış,
son derece özgün, akıcı ve seyretmesi olduğu gibi üzerine düşünmesi ve
tartışılması da bir o kadar zevkli bir oyun. Sahnenin yalınlığı, kostümler ve
ışıklar verilmek istenen gerilimli ve sahici havayla örtüşüyor. Odin, John-John
ve Immanuel’e hayat veren Olgun Toker, Serdar Yeğin ve Baran Güler’i, yaşlı
Labrador Burak Demir’i, ve sahibe Rüçhan Çalışkur’u müthiş performansları için
tebrik ediyorum. Entropi Sahne’ye selam olsun:G
‘Birileri
barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi!’
Not1: Oyun başladıktan
kısa bir süre sonra Serdar Yeğin’in gerçekten de köpek olduğuna inandım ve
hatta varlığı meçhul kamerayı ararken seyircilerin arasına dalıp bizi ısıracak
sandım:G
Not2: Skolastiklere hiç
girmiyorum yoksa bu yazı bitmez:D
Öncelikle bu güzel oyunu,nitelikli ve güzel anlatımınızdan ötürü tebrik ederim.Edebi Barış,yaşadığımız tüm zamanların insan psikolojisi ve algısının ötesinde izlenilmesi ve yorumlanması gereken bir oyundu ve siz bunu başarmışsınız.Serdar Yeğın'ın köpek performansını es geçmemeniz güzel bir ayrıntı olmuş :) sizin gibi oyunu izlerken düşünen ve paylaşan izleyicilere ihtiyacımız var,şahsım adına teşekkürü borç bilirim,güzel yazılarınızın devamını dilerim.
YanıtlaSil