15 Aralık 2015 Salı

Demir Ökçe

1908 yılında Jack London tarafından kaleme alınan Demir Ökçe, modern distopya örneklerinin ilklerinden sayılmakla birlikte, George Orwell’in 1984’üne de esin kaynağı olmuş klasik bir eserdir. Despotizme karşı sosyalizmi öznel bir bakış açısıyla işleyen London, Orwell’ın negatif ütopyasından kısmen daha pozitif sayılabilecek bu hayal ürününde, yaptığı açıklamalar, tanımlar ve dipnotlarla didaktik bir yazım ortaya koymuştur.

Amerika Birleşik Devletleri’ne tırnağını geçirmiş olan Oligarşi illeti, namıdiğer Demir Ökçe, ismindeki demir elementinin de kafalarda canlandırdığı üzere, baskı ve şiddet yoluyla proleter sınıfın üzerine basıp geçmiştir. Böylece birbirini tamamlayan emek-sermaye ikilisi çıkar ortaklığını terk ederek ezilen-ezen konumuna sürüklenmiştir. Öyle ki, London’ın Uçurum İnsanları olarak tanımladığı ezilen sınıflar Demir Ökçe’ye karşı ortak bir mücadeleye çağrılmış, örgütlenmiş emek kapitalist devletin içine sızarak ajanlarını yerleştirmiş ve bir isyan başlatmıştır.


Demir Ökçe-Uçurum İnsanları mücadelesi, Avis Everhard’ün bir meşe ağacının kovuğuna saklayarak 27.yy’a ulaşmasını sağladığı el yazmaları üzerinden anlatılır. Babası ünlü bir fizik profesörü olan Avis, burjuva kültürüyle büyümüş metafizik inançları olan 24 yaşında bir kızdır. Sonradan eşi olan Ernest ise, zekası, cesur yürekliliği ve ileri görüşlülüğü ile kendisine hayranlık uyandıran bir devrimcidir. Kitapta Oligarşiye karşı sosyalizmin eninde sonunda kazanacağı rivayet edilen düzen, Avis’in burjuva hayatını terk ederek Ernest’in başını çektiği siyasi harekete katılmasıyla paralel şekilde tasarlanmış ancak farklı sonlanmıştır.

‘Nüfusun sadece yüzde 0.9’u olmasına rağmen toplam servetin yüzde yetmişini elinde bulunduran Oligarşi’ iktidarın sahibidir ve London’a göre bir Illimunati heyetinin sigara dumanı dolu karanlık bir odada oturup sinsice her şeyi perde arkasından yönetmesine gerek yoktur. Yani Oligarşi’nin toplum üzerindeki kontrolü ve gücü yadsınamayacak bir boyuta ulaşmış, onu adeta ‘organik bir oluşum’ haline getirmiştir.

London, kapitalist sistemin çöküşünü Marx’ın ‘artı değer teorisi’ne, gerekli olandan fazlasının üretilmesi, dayandırarak açıklıyor ve Marx’ın “Kapitalist mülkiyetin cenaze çanları çalıyor. Bir zamanlar başkalarını mülksüzleştirenler, şimdi kendileri mülksüzleştiriliyor” söylemiyle sınıf ve kast sistemi üzerine kurulmuş düzenlerin çöküşlerini sağlayacak tohumları kendi içinde barındırdığını ifade ediyor.

Kitapta faşist devlet yapılanması ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin aldığı boyutu görmek mümkün. Ayrıca Demir Ökçe’nin devlete ters düşen söylemlerde ve tavırlarda bulunanları nasıl çiğnediği Piskopos Morehouse’un saygın bir kiliseden atılıp akıl hastanesine kapatılmasına kadar uzanan macerasıyla çok güzel örneklendiriliyor.  Kitabın ilk bölümünde, ki benim de en çok zevk alarak okuduğum bölümdür, metafizikçi ile bilim adamı arasında yapılan kıyaslamalar da takdire şayan.   



Not1: Ernest’in dediği gibi iş baruta gelince, kimyasal karışımlar mekanik karışımlardan daha iyidir, inanın bana Kimya mühendisi kimliğimle söylemiyorum:G

Not2:İlk 150 sayfanın okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum, sonraki 150’yi ise isteyen okusun istemeyen okumasın banane:G




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder