27 Ocak 2014 Pazartesi

Gurabahane-i Laklakan


Bikaç sene evvel ismini vermemi istemeyecek bir arkadaşım muhabbet edebileceğimiz bir grup kurmuştu. Grup ismimiz böyle 'laklak edenler kulübü' ya da 'gevezelik edenler grubu' en fazla 'bahanesi konuşmak olanlar' gibi şeyler canlandırıyordu kafamda ama ne olduğunu hiç kurcalamamıştım. Zamanla o grupta konuşmaz olduk, bazı arkadaşlar da aramızdan ayrıldı ama ben inatla o grubu kapatmadım; çünkü ismini çok seviyordum. Geçenlerde yine açtım ve kafama dank etmiş olsa gerek ki bu ismi arama motoruna yazdım. ‘Gurabahane-i Laklakan’ ne demek?
- Osmanlı döneminde Bursa’da göçmen kuşların ve leyleklerin tedavisini yapmak üzere kurulan dünyanın ilk hayvan hastanesi. Kelime anlamı  ‘düşkün leylekler evi’.  

Nasıl mı hissediyorum şuan?  İyileşmemekte direnen gariban bir leylek gibi :G ama sevindiğim bir nokta var ki aramızdaki tek deli ben değilmişim




24 Ocak 2014 Cuma

İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı


Tek kişilik oyunlar risklidir; çünkü oyunun kaderi tek bir oyuncunun elindedir. Onun, sıkıcı boşluklara mahal vermeyecek kadar seri konuşması,  vücut dilini çok iyi kullanıp sahneyi doldurması, herhangi bir hata anında da kendini çabucak toparlaması gerekir ki seyirci oyundan kopmasın. Eğer metin ve metiniçi geçişler yeteri kadar başarılı değilse oyuncunun yeteneği de gölge altında kalabilir ve bu sebeplerden ötürü genelde tek kişilik oyunlarda yıllarca sahnenin tozunu yutmuş, kendini ispatlamış isimler görürüz. İşte İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı  tüm bu sorunların üstesinden gelmiş ve önyargıları yıkmış görünüyor.





2001 senesinde Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin henüz askerden dönmüş ve iş arayan bir meteoroloji mühendisi üzerindeki etkisi Ali Cüneyd Kılcıoğlu tarafından mizahi bir dille kaleme alınmış ve Berkay Tulumbacı’nın hayranlık uyandıran oyunculuğuyla adeta bütünleşmiş. Oyunda gündelik hayatta sıklıkla tanık olduğumuz işe başvuru, bekleme ve alınma süreçlerine yapılan eleştirinin yanı sıra işsiz bireyin psikolojisi üzerinde ailenin ve toplumun tutumunun nasıl rol oynadığını da görmek mümkün. Kahramanımız, ‘ikinci dereceden işsizlik yanığı öldürmez; ama ciddi hasarlar bırakır’ diyerek onu akıl sağlığının sorgulanmaya başladığı evreye getiren süreci özetliyor. Akıl hastanesinde  sırasını beklerken her yanan numaranın ardından Türkiye’nin ekonomik durumunu bildiren kahraman, o sıralarda başına gelen talihsizlikleri canlandırıyor. Aynı esnada kelebek kanadı figürlü sahnenin ortasında beliren hikayenin karikatürize edilmiş resimleri hem oyuncunun anlatımına destek çıkıyor hem de  seyircinin kafasındaki mizahi algıyı güçlendiriyor. Işık ve ses efektleriyle oyuncu arasındaki zamanlama uyumu da değinilmesi gereken başka bir husus. Mimiklerini dahi tam sırasında kullanan Tulumbacı, böylece bize ne kadar iyi hazırlandıklarını ispatlıyor.


Gel gelelim, Küçük Sahne için aynı övgüyle bahsedemeyeceğim. İsmiyle paralel doğrultuda gerçekten de ‘küçük’ olan sahnemizde orta sıraya geçmek için neredeyse oturanların üstünden atlamak gerekiyor. Hemen 11'in yanında da 12 var deyip oturmadan tahta sıraların numaralarının kontrol edilmesi gerekiyor zira toplamda 13 sıra olduğundan 13 ün uğursuzluğunu yok etmek için midir nedir bir taraf çifter çifter diğer taraf  teker teker ilerleyerek 13'ü ortalarına alıyor:) Sonuçta Küçük Sahne’nin kış günü 30 dereceye varan sıcaklığında bizi eritme politikası bile eğlenmemize mani olamıyor. 
İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı hakkında tereddütleriniz varsa hiç düşünmeyin ve bilet alın şayet severseniz bir alkış da benden taraf yollayın:G





18 Ocak 2014 Cumartesi

Mavi Gözlü Dev



13 Temmuz 1913… Balkan Savaşı kaybedilmiş, düşman Çatalca’ya kadar ilerlemişti. İlk kez tattığı yenilginin ateşiyle koşup kalemine sarılan Selanikli çocuk henüz 11 yaşındaydı. O yıl Mekteb-i Sultani’de, namı diğer Galatasaray Lisesi, ortaokula başladı.


Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit


Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın, Nazım’ın denizciler için yazdığı “Bir Bahriyelinin Ağzından” şiirinden etkilenmesi, Romantik Devrimci’ye Heybeliada Bahriye Mektebi’nin kapılarını açan anahtar oldu; ancak  ne sağlığı ne de karakteri subay olmasına elverişliydi.


Musikim düdük
Hayatım deniz
Biz deryada gezeriz
Bize derler Turgutoğlu
Yakarız yıkarız biz cihanı
Ölüm karşımızdadır anbean
Vatan uğrunda ederiz feda-yı can
Topumuzdan çıkan gülle
Eder her tarafı tarümar
Vatan uğrunda feda-yı cana
Benim gibi çok kişiler var 


1920’de Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada “Bir Dakika” adlı şiiriyle birinci oldu.

Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim

Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.


İstanbul’un işgali’nin ardından gençliği milli mücadeleye çağıran mısraları Mustafa Kemal Paşa’ya kadar ulaştı.


“Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız.”


Şiirlerinin gördüğü takdir sebebiyle cephe yerine Bolu’da öğretmenliğe gönderilen Hikmet’in burada düşünce sistemi hoş karşılanmadı. Bunun üzerine arkadaşı Vala Nurettin’le gittiği Moskova’da ekonomi ve sosyoloji eğitimi gördü. İlk şiir kitabı 28 Kanunisani’nin yayınlanmasının ardından ülkeye geri dönerek Aydınlık Dergisi’nde yazmaya başladı.

Şiirleri, yazdıkları ve siyasi görüşleri yüzünden defalarca yargılanan, 12 yıl hapis yatan ve nihayetinde Türk vatandaşlığından çıkarılan Nazım Hikmet, kalan ömrünü sürgünde memleket hasretiyle geçirdi.


Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim….

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…


Nazım Hikmet’in sevdasını, zamanında kendisiyle aynı yolda yürüyen arkadaşları Kerem’in Aslı’ya duyduğu aşka benzetmiştir. Kerem, Aslı’nın mintanındaki düğmeleri her açtığında düğmeler tekrar iliklenir, birkaç kez denemesine rağmen çabaları sonuç vermeyince de bir ‘ah’ çekerek ağzından yayılan ateşle can verir.
Mavi gözlü adamı devleştiren de ona "Vazgeç bu sevdadan, görmüyor musun daha beter yakacaksın başını, fazla gelir sana bu yaşam tarzı" diyen eski yoldaşlarına verdiği Kerem Gibi yanıttır:


Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                erit-
                    -meğe
                            çağırıyorum...
O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                                Kerem
                                                     gibi
                                                          yana
                                                                yana...
«Deeeert
             çok,
                 hemdert
                         yok»
Yürek-
        -lerin
kulak-
        -ları
              sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
                   Kerem
                        gibi
                              yana
                                    yana.
Ben yanmasam
                  sen yanmasan
                             biz yanmasak,
                             nasıl
                                   çıkar
                                          karan-
                                                  -lıklar
                                                      aydın-
                                                              -lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                 erit-
                     -meğe
                             çağırıyorum.....



Yıl 2009… Bana ilerde ne olmak istiyorsun diye soran bir hocam Nazım Hikmet’in ‘Yaşamaya Dair’ şiirini okuyor ben de kendimi o “kocaman gözlükleri beyaz önlüğüyle bir laboratuarda insanlar için ölebilecek” olan kız çocuğu olarak hayal ediyorum. Hiç ölmeyecek gibi yaşayan ama ölmekten de korkmayan… Aklıma ‘Delikanlım’ geliyor, hani  yıldızları bir daha göremeyebileceğini düşünen Deniz Gezmiş’in kendini o delikanlıyla nasıl özdeşleştirdiği geliyor, bir daha seviyorum Nazım’ı… hakkında ne yazsam az geliyor o yüzden sadece ölmediği için doğumunu kutluyorum…







4 Ocak 2014 Cumartesi

September 1,1939


"...All I have is a voice
To undo the folded lie,
The romantic lie in the brain
Of the sensual man-in-the-street
And the lie of Authority
Whose buildings grope the sky:
There is no such thing as the State
And no one exists alone;
Hunger allows no choice
To the citizen or the police;
We must love one another or die."    
                                                             
                                                         W.H.Auden