Sine, günümüz yapılaşma
kalıplarının ötesine geçerek ‘süreklilik içinde bir değişim’ rüzgarı yaratmayı arzulayan
genç bir mimardır; ancak maddi sıkıntılardan dolayı amcasının mimarlık ofisinde
çalışmaya başlar. Yedi Uyurlar menkıbesinden esinlenerek mağara biçiminde bir
cami tasarlar; fakat toprak kayması yüzünden tamamlanamayan inşaat ve ofiste
baş gösteren mali bunalımlar sebebiyle uyku bozukluğuna yakalanır. Tedavi
görmek için gittiği uyku hastalıkları merkezinde bir düş görerek kendini Yedi
uyuyanlar mitinin içinde bulur. Rüyadan uyandığında fiziksel ve ruhsal olarak
değişime uğramıştır. Etrafındaki insanların farkına varmadığı bu değişim Sine
uyku hastalıkları merkezine her gittiğinde tekrarlanır. Sine’nin yaşadığı olaylar
ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve sergilediği davranışlar da artık farklıdır.
Filmde canlandırılan dört farklı
Sine karakterine Gizem Erdem, Ebru Helvacıoğlu, Dilşad Bozyiğit ve Gizem Akman
hayat veriyor. Sine’nin film boyunca dile getirdiği ‘değişmek istiyorum’
söylemi aynı karakterin varyasyona uğramış türevlerinin tekrar eden sahnelerde
farklı reaksiyonlar göstermesiyle gerçekleşmiş oluyor. Böylece film, Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın modernleşme sürecindeki Türkiye’de dile getirdiği ‘devam
ederek değişmek değişerek devam etmek’ anlayışı ekseninde şekillenerek geçmişle
geleceği döngüsel bir zaman diliminde buluşturuyor.
Ashab-ı Kehf’i ‘ütopik bir
felsefe’ olarak yorumlayan Zaim’e göre yedi uyuyanlar kendi düşlerini
koruyabilmek için uyumuş ve ütopik inançları gerçekleşene kadar uykuda
kalmışlardır. Filmde anlatılan mimar
kadın ise uykusuzluk problemi çekmekte olduğu için rahatça uyuyabileceği
mağarayı andıran bir mekan tasarlayarak sanatsal ütopyasını koruma gayreti
içine girmiştir. Bu yüzden Zaim’in kurduğu metaforu yansıtmak için mağarayı
anımsatan Sancaklar Cami’sini seçmesinin çok doğru olduğunu söylemek gerekir
[1].
Entelektüel bakış açısı bir
kenara bırakılırsa Rüya güncel politik sorunlara da değiniyor. Filmde işlenen
iki farklı cami yapımından birincisi Sine’nin toplu konut projesi sonrası
bağımsız olarak yürüttüğü ‘eğime ve araziye uygun’ cami ki bu Sine’nin değişim
tutkusunu tatmin eden modernize edilmiş bir tasarım. İkincisi ise mimarlık
ofisinin içine fesat karıştırılarak alınacak bir ihale karşılığında Sine’den
istediği, Süleymaniye’nin birebir aynısı olan cami tasarımı ki burada mevcut
siyasi iktidarın Osmanlı’yı taklit etme ve referans gösterme mottosu eleştiriliyor.
Mimarın Süleymaniye’ye benzer cami
çizimlerinin bir türlü beğenilmemesi de Malatya’ya yapılması planlanan cami
projesinin dönemin başbakanı tarafından kubbesiz olduğu gerekçesiyle
reddedilmesini akıllara getiriyor [2].
Filmin sinemada bakış (gaze)
sorunsalına yaklaşımı ise seyircinin bakışın muhtemel efendisi olma durumundan
uzak. Aynı anı yaşarken karakter değiştikçe mekanın ve manzaranın da değişmesi
anlatımda berraklığı ve güvenilirliği ortadan kaldırıyor. Öyle ki Sine’nin ofis
penceresinden görünen İstanbul manzarası tekrarlanan her sahnede değişiyor. Böylece
seyirci bakışındaki hakimiyet kırılırken yönetmenin iktidarın esas sahibi
olduğu vurgulanıyor. Derviş Zaim’in filmde hakim rolünde karşımıza çıkması da
bu teoriyi kanıtlar nitelikte.
Rüya’da bahsetmeye değer gördüğüm
son nokta, değişim ve mutluluk arasında kurulan nedensellik ilişkisi. Sine uyku
merkezinden her çıktığında iradesinin hakimiyetine de bir o kadar yaklaşıyor
çünkü kahramanı mutluluğa ve içsel huzura kavuşturan şey onun vicdanıyla olan
hesaplaşmasından her seferinde daha şiddetli ve daha kuvvetli bir benlikle uyanması
oluyor. Finalde Zaim’in çizdiği Sine portresi görkemli bir farkındalık
kampanyası aracılığıyla bütün stresinden arınarak yüklerinden kurtuluyor yani
değişerek yoluna devam ediyor.
Sinefil' Kasım-Aralık 2016