Netflix’de
yayınlanan Alman yapımı Dark dizisi, karantina günlerinde keşfettiğim ve birkaç
gün gerçek hayattan uzaklaşıp kafamı dağıtabildiğim tek dizi oldu. Bilim-kurgu
ve gerilim türünde çekilen dizi, Lost ve Fringe’ten sonra gerçekten hikayesiyle
ve hikayesini sunuş tarzıyla orjinal bir işe imza attığı için beni de yazmaya
sevk etti.
Winden
kasabasında çocukların ortadan kaybolmasıyla başlayan olaylar zinciri,
Kahnwald, Tiedemann, Nielsen ve Doppler adlı dört ailedeki fertleri merkezine
alıyor. Başrolde bir kişinin olduğunu söylemek oldukça zor olsa da babasının
intiharıyla alt üst olan Jonas Kahnwald’ın olaylarda kilit rol oynadığını söylemek
mümkün. Tiedemann ailesinin işlettiği nükleer santral arazisinden Winden
ormanındaki mağaraya uzanan geçit, nükleer bir sızıntıyla solucan deliğine
dönüşüyor ve zamanda yolculuk temasıyla ilerleyen dizide kahramanların ikili
hatta üçlü yaşamları, karanlık sırları ve hırsları bir bir açığa çıkıyor. Bazen
kimlik kargaşası içinde yaşanan ilişkilerin ahlak ve etik anlayışını
tırmaladığını, bazen de karakterlerin iyi-kötü ayrımında yapılan rol
değişikliğinin izleyiciyi şaşırttığını itiraf edelim.

Öncelikle
solucan deliği kavramına değinmekte fayda var. Uzayzamanın nokta tasarımı
olarak bilinen solucan delikleri, zamanda yolculuk yapmaya olanak tanıyan
kısayollar yani teorik geçitlerdir. İlk olarak Rosen ve Einstein tarafından
ileri sürülen bu kavram, elma kurdu analojisinden gelir: Eğer bir solucan
elmanın etrafında seyahat ediyorsa elmanın bütün çevresini arşınlamak yerine içinden
geçerek kendine kestirme bir yol yaratabilir. Einstein’ın genel görelilik yasasına
dayanan bu teoriye göre, solucan deliği iki küresel ağız ve bu ağızları
birbirine bağlayan doğrusal ve aynı zamanda döngüsel olan bir boğazdan oluşur.
Ağız kısımlarında kara delik bulunduğunu öngören genel görelilik ilkesine göre
tam ortada durağanlaşma (spagettileşme) meydana gelir ve ışık hızından daha
hızlı hareket edilemediği sürece hayat yok olur.

Winden
mağarasındaki solucan deliği, iç içe geçmiş üç halka sembolüyle (triquetra)
geçmişi, şuanı ve geleceği tasvir ederken 33 yıllık bir farkla zamanda ileri ya
da geri gitmeye izin veriyor: 1953, 1986 ve 2019. Burada 33 sayısının Hristiyan
dinindeki anlamına dikkat çekmek gerekirse, bilindiği gibi kutsal üçleme ‘Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh’u temsil eder ve Hz. İsa’nın 33 yaşında öldüğü rivayet
edilir. Ancak, dizinin yaratıcıları kanımca bu sembolü Nietzsche’nin Bengi Dönüş
teorisinden feyz alarak oluşturmuş. Bengi Dönüş teorisine göre her 33 yılda bir zaman döngüsü tamamlanıyor ve benzer olaylar hayatın akışında tekrar vuku buluyor.
Dizide çocukların kaybolması, kuşların ölmesi, ışıkların yanıp sönmesi gibi
işaretlerle tekrar aynı döngü başlıyor ve ‘Her başlangıç bir sondur’ önermesi
karşımıza çıkıyor. Ayrıca Nietszche’nin ‘Evren ve zaman sonsuz bir döngü
içindedir ve yaşanan her şey sonsuza kadar tekrar tekrar yaşanacaktır’ sözüne yapılan gönderme Bengi Dönüş savını oldukça
güçlendiriyor.

"Geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark inatçı bir illüzyondan ibarettir” (Albert Einstein)
Mağaradaki
kapıda bulunan triquetra sembolünün etrafında ayrıca latince bir ifade olan
‘Sic Mundus Creatus Est’ (ve dünya böylelikle yaratıldı) yazısı bulunuyor. Bu
sembol ve yazı sonraki bölümlerde Noah karakterinin sırtındaki dövmede de karşımıza
çıkıyor ve Charlotte Dopler’in eski fotoğrafları arasında Sic Mundus
tarikatının üyelerini görüyoruz. Hermes’in Zümrüt levhasına kazıdığı 10. ifade
olan ‘Sic Mundus Creatus Est’, dizinin ezoterizmle ilişkilendirilebilecek bir
öğesi. Ezoterizm ise kişinin bir çeşit içe yönelme haliyle belirli
aşamalardan geçerek tinsel farkındalığa ulaştığı felsefi öğreti. Sic Mundus tarikatının önderi Adam’ın yıllar
içinde geçirdiği ruhsal dönüşüm bu öğretinin bir sonucu sayılabilir. Sic Mundus'un gelecekte koruduğu siyah madde ise, maddenin Tanrı
tarafından yaratılan ilk hali yani 'prima materia’yı simgeliyor. Her şeyin
kaynağı olan bu tanrı parçacığı ‘oluş’un iki aşamasını içinde barındırıyor:
Yaratma ve Şekil Verme.

"...Kimi insanlar olağanüstü çabaları ve yetkinlikleriyle öteki insanların göremediklerini görebilirler. Oysa “nedenler nedeni” daima gizlidir. Çünkü sonsuzluk, pek kısa bir son olan zaman ve yine pek kısa bir son olan mekan içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler, ancak öldükten sonra onu anlayabilir ve anlatabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekanla sınırlıyız. Sınırsızlık, sınırlılık içinde kavranamaz.” (Hermes Trimegustus)

Noah
karakterinin papaz kılığında bir zaman yolcusu olması, Nuh peygamberin
efsanesine ironik bir şekilde göz kırpıyor. Tevrat’ta Nuh’un 950 yıl yaşadığı
ve hiç yaşlanmadığı rivayet edilir. Dizideki Noah da hangi zaman diliminde
olursa olsun karşımıza aynı peder kostümüyle ve silüetiyle çıkar. Nuh’un karısı iman etmekten
vazgeçmiştir, Noah’ın karısı Elizabeth de dizide taraf değiştirerek karşı
cepheye geçer. Nuh peygamber büyük tufan sırasında canlıları gemisinde
toplayarak onların hayatını kurtarmıştır. Öte yandan Noah, çocukları kaçırarak
onları zaman yolculuğunda birer denek olarak kullanır. ‘Tanrı’nın herkes için
bir planı vardır’ diyen Noah, Winden’ın girdiği sonsuz döngü kırıldığında, ya
da kıyamet koptuğunda diyelim, insanların hayatlarını kurtaracak olan kişi midir yoksa
aslında kötücül güçlere hizmet etmesi için seçilmiş sahte bir peygamber mi?
Benim teorime göre Noah tarafından kastedilen tanrı aslında onun biat ettiği Adam'ın ta kendisi ve Adam var olan dünyayı kurtarmanın değil başka bir dünya yaratmanın peşinde.
Dizinin
ilk bölümlerinde iyiliği ve aydınlığı temsil eden Claudia Tiedemann’ın ise ilerleyen
bölümlerde hangi safta yer aldığı muallakta bırakılmış. Sık sık 'Beyaz Şeytan' tabiriyle
anılan Claudia, aklın ve bilimin yol gösterdiği ölçüde kararlar alan aydın kişi
mi yoksa kendi çıkarları doğrultusunda insanları harcayan melek görünümlü bir şeytan mı? Senaristlerin bu karakteri cennetten kovulmuş melek Lucifer’e benzettiklerini düşünüyorum.
Tanrı’nın otoritesine karşı gelen kibirli Lucifer’in amacı nasıl insanları
Tanrı’nın yolundan saptırmaksa, Claudia da Adam’ın yolundan gidenleri uyararak,
Noah’la yaptığı son konuşmada olduğu gibi, Adam’ın gücünü kırmak istiyor. Ayrıca
Lucifer’in çok parlak ve bilge bir melek olduğu için ‘ışık getiren’ anlamında
bir isimle çağrılması ile Claudia’nın parlak bir öğrenci olarak ilerleyip
Nükleer santralin başına geçen ilk kadın olması arasında paralellik var.
Yine
felsefeye dönecek olursak, Martha’nın tiyatro sahnesinde Ariadne’yi
canlandırması ve Jonas’ın mağarada yolunu kırmızı bir ip yardımıyla bulması
Antik Yunan Mitolojisinde geçen Theseus mitine yapılan birer gönderme. Bu mite
göre Theseus, Minotaur adlı canavarı öldürdükten sonra labirentten Ariadne’nin
ona verdiği ip yumağını kullanarak çıkmayı başarır ve Ariadne’yi terk ederek
babasının yanına doğru deniz yolculuğuna çıkar. Gitmeden önce eğer canavarı
öldürmeyi başarırsa beyaz yelkenleri açarak müjdeli haberi vereceğini
söylemiştir; ancak aceleyle yola koyulan Theseus babasına verdiği sözü unutur
ve siyah yelkenleri beyazla değiştirmez. Gemi karaya yaklaşırken siyah
yelkenleri gören babası oğlunun hayatını kaybettiğini düşünürek kendini
kayalıklardan aşağı atar ve hayatına son verir. Dark’ta Jonas, Martha ve
Michael ekseninde geçen bu efsane, Jonas’ın halası olduğunu öğrendiği Martha’yı
terk etmesi ve Michael’in oğlunun var olabilmesi için intihar etmesiyle tasvir
edilir. Hemen akabinde Martha’nın tiyatro sahnesinde Ariadne’yi oynadığı
sahneyi bu açıdan çok çarpıcı buldum, belindeki kırmızı ip detayı da mağaradaki
kırmızı ip metaforunu yansıtıyor.

Felsefe,
din ve sembolizm açısından tatmin edici unsurlar ve zekice tasarlanmış detaylar taşıyan Dark, özgün senaryosu,
karakter yaratmadaki ustalığı ve kullandığı ses efektleriyle de sürükleyici bir
atmosfer yaratıyor. Kimin kimin nesi olduğu meselesi sonlara doğru abartılsa da
üçüncü sezonu Netflix tarafından onaylanan dizi bana göre Lost’tan sonra uzun
süredir boş kalan koltuğa oturuyor :G
“Zaman, yenilmez bir canavar mı?” (H. G. Tannhaus)
Not1:
Asıl soru 'Nerede' değil, 'Hangi zamanda' ?
Not2:
Asıl soru 'Hangi zamanda' değil, 'Hangi dünyada' ?