14 Ağustos 2019 Çarşamba

When They See Us


When They See Us (2019)Netflix’in 31 Mayıs 2019 tarihinde izleyiciyle buluşturduğu When They See Us, 1989’da New York Central Park’ta yaşanmış bir tecavüzün faili olarak haksız yere tutuklanan 5 siyahi gencin hikayesini anlatıyor.  

Dört bölümlük bir mini dizi olarak tasarlanan When They See Us, Martin Luther King’in biyografisini ekranlara taşıyan Selma (2014) filminden tanıdığımız yönetmen Ava DuVernay’in başarılı belgeseli 13th (2016)’den sonra Netflix platformunda sunduğu ikinci proje. Yayınlandığı günden itibaren büyük beğeni toplayan yapım, 16 Emmy ödülü adaylığıyla da bu seneye damga vuracak gibi görünüyor.

Dizinin oyuncu kadrosunda bulunan isimlerden bazıları: Michael K. Williams, Vera Farmiga, John Leguizamo, Felicity Huffman, Joshua Jackson, Asante Blackk, Jovan Adepo, Caleel Harris, Ethan Herisse ve Marquis Rodriguez. Korey Wise’ın çocukluğunu ve gençliğini canlandıran Jharrel Jerome, Moonlight (2016) filmindeki rolüyle parlamış çok yetenekli ve cesur bir oyuncu. Dizinin yapımcı koltuğunda ise DuVernay’in yanı sıra Oprah Winfrey, Berry Welsh ve Robert De Niro gibi birbirinden değerli isimler oturuyor.

When They See Us’ın gerçek bir hikayeden uyarlama oluşu, çok başarılı oyunculuklarla ekrana taşınması ve doğru müziklerle donatılması izleyiciyle kurduğu yakın temasa ışık tutuyor; ancak asıl önemli olan yanı toplumsal bir gerçekliği, sistemi ve sistemin yarattığı mağduriyeti, üçüncü şahıs olan izleyiciyle yüzleştirerek yüzyıllardır insanoğlunun yapması gereken vicdan muhasebesini yapmaya itmesi. Önyargılar, yaftalamalar, ayrımcılık, ihmal ve suistimalin nelere mal olduğunu göstererek tüm farklılıklarımıza rağmen hepimizin ‘insanoğlu’ olduğunu hatırlatması.




Hapishanelerde tecavüzün belki cinayetten bile daha kötü karşılandığı bilinir. Tecavüz suçluları dövülür, tecavüze uğrar, türlü sebeplerle hücreye kapatılır, en ağır işlerde çalıştırılır, öldürülür, çoğu zaman hayatta kalmaları büyük şanstır. İnsanlar merhamet etmez, içten içe bu kötü muameleyi arzular ve hak ettiklerini düşünerek ferahlar. Ama ya bir insan bütün bunları masum olduğu halde haksız yere yaşarsa? Ya çocukluğunu, gençliğini, masumiyetini, içindeki iyi niyeti ve inancı boş yere kaybederse? Rengi yüzünden, toplumsal algı ya da otorite baskısı yüzünden hayatı mahvolursa? İşte When They See Us izleyiciye bunu anlatıyor ve anlatırken de onu o mahkeme salonuna götürüp kürsüye çıkartıyor.

when they see us ile ilgili görsel sonucu


19 Nisan 1989 gecesine bir yolculuk yapalım. 28 yaşındaki Trisha Meili bankadaki işinden evine dönmüş, Central Park’ta koşu yapmaya çıkıyor. Aynı saatlerde yaşları 14 ila 17 arasında değişen 30 kadar siyahi genç, kendilerinin tabiriyle ‘çılgınlık’ yapmak için Central Park’a gidiyor. Kendi aralarında itişip kakışan, dövüşen, yoldan geçen bisikletlilere laf atıp eğlenen gençler gecenin sonuna doğru polis tarafından yapılan ataklarla yakalanıyor ve gözaltına alınıyor. Parkta yapılan aramalar neticesinde Trisha Meili’nin ağır bir şekilde darp edilerek tecavüze uğramış bedeni bulunuyor ve uzun süre kamuoyunda yankılanacak hadisenin fitili ateşlenmiş oluyor. 

Emniyet yetkililerine göre siyahi çocuklar potansiyel katil, hırsız ya da çete üyesi. O sıralarda New York’ta artan suç oranları da bu düşüncelerini destekler nitelikte. Bu yüzden Cinsel Suçlar Birimi Meili’ye tecavüz edenlerin bu gençler arasında olduğundan oldukça emin ve cezalandırılmaları için oyunun kurallarını yeniden yazmaya hazır. Polisler gözaltına aldıkları çocukları daha aileleri ya da avukatları gelmeden, aç susuz saatlerce sorguluyor, psikolojik baskı ve çapraz sorgu taktikleriyle itirafa zorluyor. Bu şekilde sonuç alınamayınca çocuklara suçlarını kabul ederlerse evlerine gidebilecekleri söyleniyor. Baskı altında manipule edilerek alınan ifadelerde çocuklar onlara söylenenleri kabul ediyor ve işlemedikleri suçları itiraf ediyor. Central Park Beşlisi olarak bilinen Raymond Santana (14), Antron McCray (14), Yusef Salaam (14), Kevin Richardson (14) ve Korey Wise (16) böylelikle belirleniyor ve artık bir daha çocuk olamayacakları, bir yetişkinin bile baş etmekte zorlanacağı bir sürece adım atıyor. 

Central Park Five Prosecutor Resigns from Columbia Law School Following Black Students' Protests

Hikayenin diğer tarafında tecavüz mağduru Trisha Meili, yaşamasına bir mucize gözüyle bakılmasına rağmen, 12 gün komada kaldıktan sonra kendine geliyor ama olay gecesini hiç hatırlamıyor. Gözünde çift görme, koku alma duyusunda işlevsizlik, vücudunda çok sayıda kemik kırığı, konuşma bozukluğu ve denge problemi gibi birçok sorunu var.  Onun için hayat mücadelesi oldukça zor ve sorumluların cezalandırılması bir nebze olsun acısını dindirecek. Bu yüzden mahkemede iki uçta birden oturuyoruz; iki taraf için de üzülüyor, haklarını aramak istiyoruz; çünkü bu davanın tek mağduru yok. 

Trisha Meili’nin kanına çocukların kıyafetlerinde rastlanmıyor, DNA örneği faillerle eşleşmiyor, ayak izleri, Meili’nin bulunduğu yer ve çocukların verdikleri konum bilgileri birbirini tutmuyor, usulsüz sorgulama ve çok açık bir manipülasyon var. Polis şefi Linda Feirstein ve savcı Elizabeth Lederer suçluyu arayıp bulmak yerine ortada somut bir delil olmadan ‘suçlu çıkarma çabası’na girişiyor. Asıl suçlu da dışarda serbestçe dolaşıp başka hayatları karartıyor.

O dönemde Central Park Beşlisi, medyanın da ‘böyle bir suçu ancak siyahiler işleyebilir’ şeklinde yarattığı olumsuz imajla dışlanmış, barbar ve hayvan olarak nitelendirilmiş. Hatta iş adamı ve şuanki ABD Başkanı Donald Trumph, New York Daily News’e tam sayfa bir ilan vererek idam cezasının geri getirilmesini istemiş ve halkı nefretine ortak olmaya çağırmış. Daha yargılanıp hüküm giymemiş gençlerin idam edilmeleri gerektiğini söyleyerek polis yetkililerini göreve çağıran Trumph, dizide de oldukça eleştiriliyor. Ava DuVernay, Trumph’ın gazetelere verdiği demeçlerin görüntüsünü yayınlayarak bu ırkçı nefret söylemi ve idam çağrısının, Trumph’ın gelecekte izleyeceği faşist politikanın habercisi olduğunu gösteriyor.

Dizinin aynı zamanda yapımcılarından biri olan Oprah Winfrey, yönetmen DuVernay’la yaptığı röportajda çekimler sırasında dizinin orjinal adının Central Park Beşlisi olarak belirlendiğini hatırlatarak DuVernay’a ismi neden değiştirdiğini soruyor. DuVernay’ın verdiği cevap ise şöyle: ‘Central Park Beşlisi adı basın, polis ve savcı tarafından onlara takılmış bir isimdi, onların yüzlerini ailelerini alıp götüren bir isimdi, nabızlarını, kalp atışlarını alıp götürüyordu sanki, onları kimliksizleştiriyordu, Onlar Yusef, Antron, Kevin, Raymond ve Korey…’ Böylece yönetmen DuVernay onların sesi oluyor, söyleyecekleri son sözü oluyor, final sahnesinde de sadece onlara yer veriyor. Onları görelim istiyor.

Mahkemede ‘guilty’ (suçlu) kararı her söylendiğinde bir tokmakla kafamıza vuruluyor, daha güçlü, sonra daha da güçlü… Sanki işlemediğimiz bir suç bizim üzerimize atılmış, sırtımıza koca bir yük konulmuş da yere yığılmışız gibi yürekten bir hayal kırıklığı yaşıyoruz ve gözyaşlarımız akıyor öfkeden, Joshua Jackson’ın röportajında dediği gibi sadece isimden ibaret olan ‘adalet’e duyduğumuz öfkeden…

Korey Wise yetişkin statüsünde olduğu için hapishaneye, diğerleri ise ıslahevine gönderiliyor. 6 ila 14 yıl arasında değişen sürelerde içerde kalıyorlar. Son bölüm Korey’in hapishanede çektiği zulme, ailevi problemlerine ve nakil telaşı ile annesine yakın olma çabasına odaklanıyor. ‘Hayatta kalmak’ için verdiği mücadele, umut ve inanç ile kendini nasıl koruduğu, nasıl temiz kaldığı, bütün çıplaklığıyla ortaya seriliyor. Duygu dünyamızı da alt üst eden, izlerken acı veren ama izlenmesi gereken bu sahneler insanoğlunun adaletsizliğini gözler önüne sererken, gücün ve karar alma mekanizmalarının tartışılabilirliğini, yanlılığını ve bakış açısının yönlendiriciliğini göstermesi bakımından çok önemli.

korey wise and yusef salaam ile ilgili görsel sonucu
Korey hapisteyken iki kez Matias Reyes isimli bir mahkumla karşılaşıyor. Cinsel suçlardan sabıkalı olan Matias Reyes, sonradan ‘en doğru kararı’nın bu olduğunu söylediği bir hamlede bulunarak Trisha Meili tecavüzünü itiraf ediyor. Saldırıya dair sadece suçlunun bilebileceği  detayları anlattığı ve DNA’sı da Meili’nin üzerinden alınan numuneyle örtüştüğü için Central Park Beşlisi 2002’de aklanıyor. 12 yıl sonra, açtıkları yanlış mahkumiyet davası sonuçlandığında 41 milyon dolar tazminat alıyorlar. Yusef Salaam şu an aktivist bir yazar ve sosyal haklar savunucusu. Korey Wise ise 2015’te Colorado Hukuk Fakültesi’nde Masumiyet Projesi’ni kurmuş ve haksız yere mahkum edilenlere ücretsiz hukuki danışmanlık hizmeti veriyor. 

Paranın telafi edemeyeceği çok şey var hayatta. Para, insanın kaybolan yıllarını geri getiremez, ruhunda açılan yaraları iyileştiremez. İşte bu yüzden ‘çektiğiniz acıları telafi edebildi mi bu para’ diye sorulduğunda, Aklanmış Beşli hep bir ağızdan ‘hayır!’ diyor. Antron McCray itiraf ediyor: ‘Sistem içimde öyle şeyleri kırdı ki, düzeltmesi imkansız…Annem öldü, o sıralarda yanımda bir tek o vardı, babam onu terk etti. Hayatım mahvoldu…Annemin gözlerimin önünde ölüşünü izledim, onu kurtarmak için hiçbir şey yapamadım… verdikleri para neye yarar?’ 


Central Park davası görüldükten sonra, üstelik mahkeme iki kez toplanıp yanlış hüküm verdikten sonra Linda Feirstein yıllarca Cinsel Suçlar biriminin başkanı olarak görev yapmaya devam ediyor ve çok satan suç romanları yazıyor. Savcı Lederer ise birçok davada yer almasının yanı sıra üniversitelerde hukuk dersleri veriyor. When They See Us yayınlandıktan sonra ise çok sayıda tepkinin hedefi haline gelen Feirstein, üyesi olduğu bazı derneklerden istifa etti, uğradığı hakaretlerden dolayı sosyal medya hesaplarını kapattı ve yayıncısı kitap anlaşmalarını fesh etti. Lederer ise öğrenci protestoları sebebiyle ders verdiği Columbia Üniversite’sinden ayrılmak zorunda kaldı.  

ABD’de siyahilerin özgürlük mücadelesinde büyük rol oynamış Martin Luther King’in bir temennisi vardı: ‘…Bir Hayalim Var. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar…

Sonunda özgürüz’. 


central park five Yusef Salaam, Antron McCray, Raymond Santana Jr., Kevin Richardson, and Korey Wise



21 Nisan 2019 Pazar

Metot


Bilenler bilir, Mithat Alam Film Merkezi’nde dönem boyunca oyuncu, yönetmen ya da senaristlerle söyleşiler gerçekleştirilir ve bu söyleşiler kaydedilerek arşivlenir. Geçen ay katıldığım Okan Yalabık söyleşisi vasıtasıyla keşfettiğim ve 7. sezonunda keşfettiğim için utandığım ‘Metot’ adlı oyunla uzun bir ara verdiğim yazın hayatıma dönüş yapıyorum. İspanyol yazar Jordi Galceran tarafından kaleme alınan ve 2005 yılında ‘The Method’ ismiyle sinemaya uyarlanan bu oyun Semaver Kumpanya tarafından sahneleniyor. Ayrıca Ankara Devlet Tiyatroları’nda ‘Grönholm Metodu’ adıyla yer bulan bir versiyonu da var.

İlgili resim

Bir şirketin toplantı salonunda iş görüşmesi için beklemekte olan 4 aday çeşitli psikolojik sınavlara tabi tutularak gözlemlenmektedir. İşi kapmak için yarışan adaylar her ne sebeple olursa olsun binayı terk etmeleri durumunda süreç dışında bırakılacaktır. Şirket onların ne kadar iradeli ve değerlerine sahip çıkan insanlar olduğunu mu yoksa kurumun çıkarlarını gözeterek hareket edip edemeyeceklerini mi ölçmektedir? Özel hayatları ve kariyerleri söz konusu olduğunda öncelikleri hangisi olacaktır? Nelerden vazgeçebilecek, ne kadar adil ve toleranslı olabilecek ya da ne kadar iyi rol yapabileceklerdir?

Oyunun yazarı Galceran, ‘Gronholm Method of Elimination’ olarak bilinen I. Dünya Savaşı sonrasında Alman ordusunun subay alımlarında adayları daha iyi değerlendirmek amacıyla uyguladığı psikolojik testlerden ilham almış. Gronholm isminin nereden geldiğini ise bulamadım, sadece kulağa hoş geldiği için öyle denmiş bile olabilir. Kaynağı olan biri bana gönderirse seve seve eklerim.

Zorlu PSM'de izlediğim oyunda, oyuncuların performansları genel olarak başarılı ancak Serkan Keskin verdiği gerçeklik duygusu ve doğru zamanlama konusunda bir hayli öne çıkıyor. Kendisini ‘İtirazım Var’ filminden beri birçok yapımda takip etmiş bir izleyici olarak sahnede de bir o kadar iyi olduğunu gördüğüme ayrıca sevindim. Dekor ve müzik kullanımı konusunda ise oyunun geliştirilebileceğini düşünüyorum. Özellikle efekt anlamında oyuna uygun sesler entegre edilirse daha etkili olabilir. Oyunun tek perde olarak sahnelenmesi gerilimin dozajını artırması bakımından çok mantıklı bir karar olmuş. Seyircinin adaylarla birlikte aynı şaşkınlığı ve sıkılganlığı yaşaması, bir sonraki aşamada ne olacak diye meraklanması ya da ben olsam nasıl tepki verirdim dediğinde kendini temsil eden birini bulması da 150 dk yerinde oturması için iyi bir sebep sunuyor.


Gelelim testlere… Duvara monte bir dolabın açılıp kapanmasıyla gelen zarflar içinde adaylara çeşitli görevler veriliyor. İlk olarak aralarından birinin o şirketin insan kaynakları departmanında çalışan bir psikolog olduğu bildirilerek onun kim olduğunu bulmaları isteniyor. Birinin içerden olduğunu öğrenen adayların tavır ve tutumlarının hemen nasıl değiştiğini görüyoruz. Birlikte hareket ederek sonuca ulaşmaları mı, akıl oyunlarıyla rakiplerini ekarte ederek farklarını ortaya koymaları mı gerektiğini sorgulayan adaylar 10 dk içinde hünerlerini ortaya koyuyor. Oyunun heyecanını bozmamak adına diğer testleri yazmayacağım. Adaylar kendi değerleriyle kurum değerleri, kendi çıkarlarıyla kurum çıkarları arasında kalacakları, kararlarını ve hatta kimliklerini sorgulayacakları bir girdaba düşüyorlar.

Günümüz özel sektör ve akademi dünyasında maruz bırakıldığımız testler, mülakatlar ya da sunulan koşullar da bütün bunlardan çok farklı değil. Bağımsız çalışarak bir işi yürütebileceksin ama aynı zamanda iyi bir takım oyuncusu olacak, takımın dengelerine göre bir sonraki hamleni belirleyeceksin. Senin kendini geliştirmen, ilerlemen umurumuzda değil, sen bize hizmet edeceksin. Alınan kararları sorgulamayacak, her görevi kabul edecek, her türlü saçmalığı görmezden geleceksin. Çünkü oyunun özü ve son iki senede yaşadıklarımdan sonra iyice anladığım gerçek şu cümleden ibaret: ‘Biz orospu çocuğu gibi görünen iyi bir insan aramıyoruz, biz iyi bir insan gibi görünen orospu çocuğu arıyoruz.’





Not: Metot kelimesi ek aldığında sert ünsüz yumuşamasına uğrar: Metot/Metodu