16 Mayıs 2018 Çarşamba

Kürk Mantolu Madonna


Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri ‘Kürk Mantolu Madonna’ yayımlanmasının üzerinden 70 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra tiyatro sahnesinde yerini buldu. Oyuna giderken kafamda yer alan iki büyük önyargıyı da, ki bunlardan biri kendi içinde yani çoğunlukla düşün dünyasında geçen bir hikayenin nasıl sadece diyaloglar üzerinden aktarılacağı, diğeri ise Maria Puder gibi güçlü bir karakteri Tuba Ünsal’ın nasıl canlandıracağı, yıkmayı başardı.


Raif Efendi, Anadolu işgal altındayken babası tarafından bir sabun fabrikasında zanaat öğrenmesi niyetiyle Berlin’e gönderilir. Oldukça naif ve içine kapanık biri olan Raif, entelektüel merakının peşine takılarak fabrikadan ziyade sanat galerilerinde zaman geçirmeye başlar ve nihayetinde gördüğü bir otoportreye platonik olarak aşık olur.  Artık sık sık o galeriye giderek Kürk Mantolu Madonna’ya benzettiği resmi seyretmektedir. Portrenin çizeri olan Maria Puder ise Raif’in resmine olan ilgisini fark ettiğinde aralarında başlayacak olan aşkın fitili ateşlenmiş olur. Ruhlarının eksik kalan yarısını birbirleriyle tamamlayan Raif ve Maria’nın çıktığı bu baş döndürücü yolculuk Raif’in babasının ölümüyle birlikte bir yol ayrımına girer. Mesafeler, imkansızlıklar ve hastalıklar aşklarının önüne geçebilecek midir?

“Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!”

Aşkın hem saf hem de nasıl büyük bir tutku olduğunu, yaşattığı mutluluğu ve aynı zamanda uğrattığı hayal kırıklığını anlatan Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali’nin müthiş başarılı duygusal çözümlemeleri ve özgün hikayesiyle klasikler arasında yer almayı hak eden bir eser. Metin Erksan’ın 1965 yılı yapımlı Sevmek Zamanı filminde de etkilerinin görüldüğünü düşündüğüm bu eserin, halk edebiyatında ve tasavvufi inançta geçen ‘surete aşık olmak’ olgusuna yaslandığı söylenebilir. Çokça nerden geldiği ve neyi temsil ettiği karıştırılan Kürk Mantolu Madonna ise Raif Efendi’nin aşık olduğu portreyi benzettiği ‘Madonna delle Arpie’ tablosundaki Madonna’dan geliyor. Rönesans döneminde güzellik ve saflığın sembolü sayılan Madonna, o dönemde çizilen birçok resme de ilham kaynağı olmuştur. 1517’de Andrea del Sarto tarafından yapılan ‘Madonna delle Arpie’ halen Floransa Uffizi Galerisi’nde sergileniyor.

"Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?"


Raif, kendi hayatının kontrolünü eline alamayan, arzu ettiğinin aksine başkalarının onun için uygun gördüğü hayatı yaşayan bir adam. Hayattaki tek gerçeği, ya da kendi iradesiyle elde ettiği tek şey Maria’ya karşı hissettiği tutku ve onunla geçirdiği zaman. Bu yüzden yaşadığı hayal kırıklığı da tüm dünyaya küsmesine sebep olabilecek kadar güçlü; çünkü Maria onun gözünde tek bir figür ya da kimse değil, tüm insanlığın yek vücut olmuş hali. Maria’nın ondan vazgeçmesi, tüm insanlığa duyduğu güvenin kırılması demek, ki bu karakterin topluma yabancılaştığı, kendi içine döndüğü hayat evresinin en açık göstergesi. Ali’nin tabiriyle ise hayal kırıklığının en şiddetlisini yaşamış olan Raif için artık hakiki hayat ‘can sıkıcı bir rüya’dan ibaret.

“Göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir…”

Engin Alkan’ın yönetmenliği, Sezen Aksu’nun müzikleri ve başını Menderes Samancılar’ın çektiği oyuncu kadrosu eşliğinde modern bir uyarlamayla sahnelenen oyun, görsel ve işitsel öğeleriyle de seyirciyi kavrıyor. Anlatılan temaya ve karakterlerin ruh hallerine uygun olarak yansıtılan video-art’lar ve çarpıcı kitap alıntıları oyunun dijital altyapısını güçlendiriyor. Son yıllarda birçok tiyatro sahnesinde gördüğüm ve memnun kaldığım sinema yansımasının yanı sıra Kürk Mantolu Madonna, koku entegrasyonu yapılan ilk oyun olma özelliğini de taşıyor. MG International Fragrance Company’nin tasarladığı bu kokularda Maria Puder ‘tatlı baharat’, Raif Efendi ‘sabun’ ve aralarındaki aşk ‘botanik bahçe’ ile temsil ediliyor.



"Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."

Sabahattin Ali’nin romanlarında sık rastlanılan ‘iç ses’ler ise her bir karakterin kendi ağzından dışa vurulduğu için diyalogların tek başına yaratacağına inandığım sığ etkiden oyun kurtarılıyor. Sercan Badur’un ağırlıkla üstlendiği dış ses ve oyuncular arasındaki paslaşmanın da başarılı ancak yer yer yorucu olduğunu söyleyebilirim. Kürk Mantolu Madonna portresinin ise daha ustaca resmedilmesini, özellikle suratta daha anlamlı ve keskin bir ifade olmasını ve kürkün çehreyi sarmalamasını, beklerdim. Çünkü Maria, Raif’in aksine daha dominant ve maskülen bir kadın olarak tasvir ediliyor. Raif’in onunla bir bütün olacağı hissine kapılması için aradaki ayrımı portreyi gördüğü ilk andan itibaren anlaması ve seyirciyi bu etkileşime inandırması gerekirdi.

“İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor."

Kişisel kanıma göre oyunun en etkileyici görsel öğesi üzerine karlar yağan ağaçtı, ivmenin en çok yükseldiği an Raif’in yün çırparken kendiyle yüzleşmesi ve en duygusal an da ağlamaklı ses tonuyla ölüm üzerine yaptığı monologdu. Her şey bir yana, Kürk Mantolu Madonna bana çok önemli bir şeyi hatırlattı. Sürekli aradığımız ama bulamadığımız o şeyi… Gerçekten seven, fedakarlık yapan, zorluklara göğüs geren, aklı fikri kalbi ruhu o gerçekten sevdiği kişide olan ‘insan’ı… Oysa artık yaşadığımız dünyada hiçbir şey gerçek değil! Aşkınız da sevginiz de dostluğunuz da sahte bayım…