20 Şubat 2015 Cuma

Komşum Hitler


Geçen seneden beri yaklaşık on tane oyun izledim ve içlerinde beni en çok keyiflendiren Ali Cüneyd Kılcıoğlu tarafından yazılan İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı oldu. O yüzden yazarın şu sıralarda şehir tiyatrolarında sahnelenmekte olan ikinci oyunu Komşum Hitler’e gitmem kaçınılmazdı  ve suratıma yiyeceğimi bildiğim dondurucu soğuk bile buna engel olamadı. Acaba olsa mıydı?



Komşuluk ilişkilerinin tükenmeye yüz tuttuğu günümüzde, Kılcıoğlu komşumuzu oturma odamıza kadar getirmiş ve ona kayıtsız kalamayacağımız bir de sıfat yüklemiş: Adolf Hitler. Peki nereden geldi, zaten yaşıyor muydu yoksa dirildi mi diyecek olursanız, cevap: Televizyondan çıktı. Neden şaşırıyorsunuz ki, boğazımıza kadar teknolojiye batmışsak Hitler de televizyondan çıkacak tabi başka nereden çıkacak.

Oyun, terfi alma umuduyla patronunu yemeğe davet etmiş bir adamın eşiyle birlikte içinde bulunduğu endişeli ve gergin bekleyişle açılır. ‘Küllerinden doğmuş Anka kuşunun yeşil kuyruğu’ konseptiyle hazırlanmış bir sofra, şık kıyafetler ve yapmacık kahkahalar eşliğinde yenecek bir akşam yemeği ile daha iyi bir pozisyona yükseleceğini arzu eden kahramanın planları oturma odasından gelen acayip sesler ile bölünür. Olayların seyrini değiştiren bu seslerin kaynağı televizyondaki ikinci dünya savaşı belgeselinden fırlayıp çıkan Hitler’den başkası değildir.



Benim çıkarımlarıma göre, Hitler oyunda üç şeyi sembolize etmekte. Birincisi adına ve namına yakıştığı üzere hanemizin içine kadar nüfus etmiş olan ‘diktatörlük’ ki bu uzun süredir ülke olarak maruz kaldığımız siyasi politikaya bir gönderme olarak kabul edilebilir. İkincisi kadın karakterin hayalini kurup da sahip olamadığı hani ‘gözlerinin içine bakan’, ‘onunla danslar eden’  ideal eş, ya da göz boyayan sistem, olarak adlandırılabilir.  Bir diğeri ise sosyal medyanın insanlar üzerinde yaratmış olduğu baskının bir çeşit nesneleştirilmesi olarak karşımıza çıkar.

Oturma odasından gelen acayip sesler diye tanımladığım kısımda İkinci dünya savaşı ve fil belgesellerinden alıntılar yapılıyor. İkinci dünya savaşı belgeseli işin içinde Hitler olduğundan mantıklı ama fil seslerinin ne manası var, absürtlük olsun diye mi, bilemiyorum. Eleştireceğim bir diğer nokta ise kapı zilinin disko müziği vari bir şekilde çalıyor olması çünkü o zil sesinden ziyade benim için acayip sesler kategorisine giriyor. Bunların dışında oyunun finalinde anlatılmak istenen mesajda bir oturmamışlık var; o artık hayatlarının kontrolünü kaybetmiş, yaşam alanı iyice daralmış insan topluluğunun Hitler'in 'Ein Volk, ein Reich' sloganını anımsatırcasına aynı kıyafetlere bürünerek ‘tek tip’e dönüşmesi, önceden yadırgadıkları durumu artık kanıksayıp adeta tadını çıkarıyor hale gelmeleri daha gösterişli bir finalle sunulmalıydı.

Komşum Hitler, sosyal medya diktatörlüğünü farklı bir bakış açısıyla irdeleyen, sahne tasarımıyla takdir edilmesi gereken, amacı güldürüden öte bir oyun. Her ne kadar tam anlamıyla 'olmuş' diyemesem de üzerinde düşünmekten keyif aldım ve 'postmodernizm'e yaklaşmamıza sevindim. Oyunun akışındaki eksiklikler giderildikten sonra daha büyük bir kitlenin beğenisini kazanacağına inanıyorum. 



Not:  ‘-Benim ömrüm koşubandının üzerinde geçti. Koşuyorum koşuyorum nereye koştuğumu bilmiyorum.
             -Ama yine de koşuyorsun...’